Hermeneutik Yüce
ANLAMIN ESTETİK SEMBOLLERİ
Kültürlerin kendi varlıklarıyla oluşarak ortak imge özelliğini taşıyan ve kendine ait farklılıklardan yola çıkarak ortaya koyacakları sanatsal özellikleri vardır. Çeşitli özelliklerinin farklılıklarından dolayı toplumlar, doğa ve kültür ilişkisi arasındaki etkiyi sembollerle yansıtma amacı gütmüşlerdir.
Sembolleri yaşamın önemli bir merkez noktası olarak görmek, sanatsal sonuçlar ortaya koyabilmek ve zihinsel süreçler içerisinde sürekli kılmak, yaşamın önemli olguları arasında olmaktadır. Sanatsal üretimin sınırsız boyutlar içerdiğine inanmak ve kültürel öğeleri alarak yeni biçimlerle sunma ihtiyacı duymak sanatsal yansıtmalara neden olmaktadır. Sanatçıların semboller üretimi, kültürel içerikte oluşan soyut düşüncesinin bu yolla ortaya çıktığı gerçeği bir tarafa, kültürel yansımaları çözümleme ve bu olguların gerçekliğine inanarak imgede olgunlaştıran gereksinim haline dönüşmektedir. İçinde yaşanılan çağın, imgede bıraktığı kalıcı etkilerin, semboller üretimini sürekli etkilediği gerçeği kabul gören bir anlayış olmuştur. Değişen zamana göre insanlığın imgesindeki saklı gerçeğin, yapısal anlamda değişime uğramadan var olduğunu düşünecek olursak kendimizi de bu sürecin içerisinde sanatla birlikte görülebiliriz. Bunu sonuç olarak görebilmenin ön koşulu da semboller yaratmak olmuştur. Doğada gerçekleşen sonsuz değişim karşısındaki sanatsal yaşam, sanatçı ve yapıtındaki bilincin canlılığını kanıtlar. Bu kanıt her türlü değişimin özünde sanatsal yaşamın uyum ve çelişkilerini de bütünlemektedir.
“Her şey yitirildiği için, her şeyin yeniden var edilmesi gerekir çoğu zaman” diyen Baudelaire’yi, gerçekliği garanti eden her yeni imaj türünü sanattaki gerçekliğin sembollerini yaratarak onaylayabiliriz. İnanılabilir olan gerçekliği, daha önceden tarif edilmiş model tercihlerinin uzağında olmak koşuluyla, görünen olabilire tercih ederek sembollerin meşruluğunu görünür kılabiliriz. Bu meşruluğu sanat, antikçağdan bu yana arama ve yansıtma serüveniyle yaşamıştır. Sanatta gerçekliği yansıtma nesnesi ve onun anlatım konusu ne olursa olsun, France Farago’nun “Eğer sanatın işlevi gerçekliği imgeye dönüştürmekse, sanatın gerçeklikle kurduğu spekülatif ilişki üzerine düşünülebilir ve bu şekilde kurulan ilişkinin sınırlamaları sorgulanabilir” düşüncesiyle ilintilidir sonuçta. Sanatçının imgesi ve semboller arasındaki sanatsal sonuç, ona bilincinin görsel dönüşümlerini sağlayabildiği görü yada görüngü olanaklarını sağlamaktadır. Elbette ki bu saf bir görü değildir ve gösterenin gösterileni sunduğu farklı yönelimlerle örtüşmektedir. Sonuçta bu yönelimler sanatçının her çağda yansıtma yönündeki eğilimlerini göstermektedir. Her ne kadarda çağdaş sanatçılar, geçmişten günümüze üretilen sembolleri referans almaktan vazgeçmemekle birlikte, yeni semboller bulma girişimiyle yeniden kurgulamaktadır. İşte bu noktadan başlayarak semboller dünyasında, kendi türünden başka bir varlıkla çözümlemesin yansımalarını, uygarlık tarihi boyunca plastik sanatlar alanın da yapılan birçok eserde bulmak olasıdır.
Çeşitli uygarlıklar, kültürel nosyonlarını ve estetik iddiaların sembolik biçimlerle özetlemişlerdir. Kendi çağlarına ait ontolojik estetik modelin imge yansımalarını üstlenen bir kültür yaratmışlardır. Semboller, estetik yönden durağan ve değişmez duruş biçimlerinin göstergesidir. Bu yüzden kültürel uyum ikonografisiyle estetik anlayışın bozulmadığı simgesel nitelikler taşıdığı görülmektedir.
İmgesel semboller herhangi bir zamanın boyutlarıyla sınırlı olmayıp etkilerini kendine yüklenen anlamlarla sanata konu olmaya devam etmektedir. Kültürel yansımalarla elde edilen sanatsal deneyimler, sanatçıların farklı yorumlamalar getirmelerine olanaklar sağlamaktadır. Bu nedenle, Sanatçılar haklı olarak her zaman işe başından başlamayıp, varılmış bir noktadan yola çıkmayı, var olan bir üslubu yeni bir şeye dönüştürmeyi isterler. (Fischer, 147/1995) Sanatçı (Serap Kökten), Hayatın Akışı I ve II de, “Deleuze, toplum içindeki bireysel bir özne yanılsamasına karşı çıkarken, özneyi artık evrenin merkezine konumlayacak bir olgu olarak tasvir eder”(Zerzan, 227) Sanatçı’nın, Doğu-Batı uygarlığının merkezinde gördüğü olguları ve nesneleri aynı zamanda Doğu-Batı kültürünün yansıması olarak görmesi Deleuze’yi doğrulamaktadır. Bu süreçte sanatçı, Doğu-Batı uygarlığının kendine yarattığı motifleri, nesnelliğe taşıyarak sembolik değişmezliğin kararına bağlamaktadır.
Sanatçının çağdaş yorumlamanın oluşma koşullarıyla birlikte sanatta temsil biçimlerinin çoğullaştırdığını söylemek olanaklıdır. Bu resimlerin ana amacı doğuyla batı arasında görsel bir köprü kurmaktır. Farklı anlamlar taşıyan semboller kimi zaman soyut kimi zaman temsili biçimlere dönüşmektedir. Aynı homojen düzlemde birden fazla anlam çağrıştıran bu semboller güncel ve geçmiş farklı kültürlerin zaman kavramından bağımsız olarak yani mekanda var olabileceğini hatırlatmaktadır.
Serap Kökten Sembol’ün anlam fazlalıklarını estetik görünüm anlamında derinleştirmektedir. Bu her sanat eserinin kendi zamansallığı vardır iddiası tamamen kendini ortaya sunma anlamına gelir. Semboller bize yabancı gelmeyen anlam yapısı bireysel bilincini aşan bir tözsellik tarafından eşitlenmiştir Sanatçının izleyicilerin beklentilerine yanıt vermek için sembollerin ontolojik meşruiyetini göstermektedir. Bu kendine tezahür eden kültürel fenomenleri yansıtarak sembollerin dikkat çekici avantajlarını göstermektedir. Ayrıca sanatçı sembollerin çoğunlukla Hermeneutik sınırlar içinde düşünülmesi gerektiğini ısrar ederek sembollerin genel yapısını anlamak ve nesnel ifadeleri kavramanın mümkün olduğunu göstermektedir.
Sembolün estetik deneyimlere boyutlar katması sembolü örtük tanımlamaktan çıkartarak kültürel güncelliği ima eden değerlerle ilişkilidir. Sembollerin göndergeleri, bütünlük değeri taşıyan anlam olasılığını Hermeneutik derinliğe bağlamıştır. Bu yönüyle belirli bir ifadeyi sürdürmek doğrudan verilmeyen hangi anlamları ima yeteneğiyle ilgilidir. Dolayısıyla, bir sanat eseri her zaman sembollerle yeni bir boyut iması anlamına gelebilir. Çünkü sembolün anlam önerisi onun doğasında vardır. Bu nedenle, Hermeneutik yüce, anlam fazlalığı içinde tutulan sembolün belirgin yapısında kendisine verilen söze içkindir. Hermeneutik yüce karakterde diyalojik olduğundan bir eserin gerçekleştirilmesi için bir araçtır ve sanat eserlerinin tefekkürünü derinleştirmek üzerine konumlanmıştır. Hermeneutik yüce, kendine verilen anlamlılık onun beklenmedik kıvrımların gizeme doğru bir öngörülemeyen dönüşleri estetik deneyim nasıl temas ettiği noktasında durmaktadır. Bu modelde, estetik sembollerin açıklama ve kavrama beklentisinden sonra terk edilecek olması herkes için anlaşılmış olmayacaktır.
Sembol yapılarının estetik adlandırması veya estetik deneyim kendini gerçekliğini açıklayan bireysel deneyimi hakkında bir şeyler söylemek meselesi değildir. Sembollerin yansımaları, sanatın iddia noktasından çıkarak, onun kültür aciliyeti ile başlar ve o iddianın sonuçlarını neyin etkilediği sorusunda “gösterir” kendisini
GÖRSELLER3
Serap KÖKTEN, Hayatın Akışı-1, 80x155cm, tüyb,2015
GÖRSELLER4
Serap KÖKTEN, Hayatın Akışı-2, 80x155cm, tüyb,2015
Kaynakça
Ernst Fischer, “Sanatın Gerekliliği”, Çev: Cevat Çapan, 8.Basım, Payel Yayınları, 1995.
John Zerzan, “Gelecekteki İlkel”, Çev: Cemal Atila, Kaos Yayınları, 2009.