T24 deki habere ulaşmak için tıklayınız: http://t24.com.tr/yazarlar/murat-bjedug/olumsuzlugun-dansi,19460
2017 yılında T24′ e sanatını yazdığım yazıda deha sıfatını kullandığım ressam Serap Kökten yakın dönem çalışmaları ile tabirin yerindeliğini adeta sürekli teyit ediyor. Görselini yazı başına aldığım tablosunun adı, ” Ölümsüzlüğün Dansı ” Ölüm – dans- resim kavramları hem muvazaalı hem de yaşam sonrası ve yaşam evresini içerimlerken dansın, aslında çoğunlukla neşe ve mutluluğa değgin bir edim ve müzik eşliğinde yapılıyor olsa da, Serap Kökten, tablosunda bir trajediyi evvel ve ahir bir boyut katarak merhametsiz bir gerçekçilikle usundan ve ruhundan süzerek tuvale aktarıyor. Önceki çalışmalarından bir epistemelojik kopuşla Serap Kökten, sanatında yeni bir evreye, yeni bir boyuta geçiyor. Bu yeni döneminde çok kaliteli eserler üreteceğini tahmin etmek güç değil. Bu son eserinde resmettiği mevzu, kadim bir mesele aslında. Bireysel bakış açısını, bir o kadar da kişiselliğini nesnel mesaj vermek kaygısı gütmeksizin, özgüveni hayli yüksek ve cesurca bir yaklaşımla sorunsala yöneliyor. Tutuk ve cynque değil. Dünyanın ve insanlığın şu evresinde sanatçı olarak müdahalede bulunmam gerekir, sorumluluğu belli ki zihnini epeyce meşgul ediyor ve başka zihinlerde faaliyet sürdürürken sanatın dışına çıkmıyor. Netameli, çünkü milyonlarca yıldır çözümü bulunamamış ama hep aranmış bir akıbetin kaçınılmazlığı ve insanoğlunun bu kaçınılmazlık karşısındaki çaresizliği ama aynı zamanda da kanıksayamadığı umarsızlığı belli ki daha binlerce yıl devam edecek. Tabii eğer bu gidişatın sonunda ekolojik çöküşle yerküremiz galaksimizin Nekropolü olmazsa. Odaklanılırsa resme hemen farkedilecektir; göklerden sarkıtılmış küreler, insanlar ve aşağıdaki izdişümünün derinlerdeki tezahüründe hüzünlü dönenceler yer almıyor… Işık ve renklerde de Kökten yeni boyutuna denk düşen bir içsel uyum tutarlılığı gösteriyor. Semavi dinlerin hegemonyası ya da sultası mı demeli… Başlamadan evvelki çağlarda ki ilkel inançların ve daha sonraki pagan döneminin mit-anlam-inanç-kutsala ibadet–korkuya boyun eğme ritüelleri-kabenin etrafında dönülerek yapılan hac farizasındaki göklerin ısıklı küreleri yıldızların sürekli parıldayaran dönence ritüeli- Mevlana ve Şems’ in dönen yıldızarın sonsuzluğundan esinlenerek koreografisini yarattıkları dans ve kutsiyeti-şaman dansı- Afrkave Latin Amerika yerlilerinin ibadet ve cenaze sonrası danslarındaki küresel dönüşlü danslarındaki ölüm- ölümsüzlük teması işleyen yakarışlar -Jim Morrison’ın ( 1943 – 1971 ) sahnede bir rock yıldızından bir Şaman büyücüsüne dönüştüğü daireler çizerek yaptığı empravize – spontane dansları… Ve nihayet dansın büyük ismi Merce Cunningham ( 1919 – 2009 ) Tablosuyla Kökten, beni Cunningham’a vardırdı. Cunningham, 20. yüzyılın avangarde besteci, yazar, müzisyen John Cage ( 1912 – 1992 )ile hayat arkadaşı ve partnerdi. Newyork – Central park karşısında Dakota binasında John Lennon – Yoko Ono ile hem altlı üstlü komşu hem de çok iyi ahbaplardı. Hayatta şanslı ve milyarlarca insan arasında çok ayrıcalıklı olmak demek böyle bir şeymiş. Çok da güzelmiş. Çünkü Merce Cunningham’ ın hem basın toplantısına katıldım hem de akşamınki gösterisini izledim. Basın toplantısında kolunu kaldırmaya takati olmayan, pejmürde ve ağır konuşup çok yavaş hareket eden Cunningham’ ı, herhalde ekibi dans edecektir, koreografi ve müzik onun elinden çıkmıştır, sahnede düşer kalır eğer dans etmeye kalkarsa , diye içimden geçirmiştim; bunda tam otuz yıl evvel. Sahne mor ötesi ışıkların hakim olduğu kısmen loş denilebilecek bir tarzda aydınlatıldı. Bembeyaz ama mor ötesi ışığın yansımalarıyla daha sofistike bir tad veren dökümlü, manşetli gömleğiyle fırtına gibi gösterisine başladı. Sanki göklerden inmiş bir melekti. Peryodlar, daha geniş çemberlerdeki zerafeti… Müziğin de “çok iyi seçmiş üstat” denilecek kalitesi eşliğinde tek kelimeyle, büyüledi. Sahnede dansı hayatın tam dibinden, bireyin umarsızlıkları, çıkmazları, hüznü, çaresizliğini isyan figürleri ve mimikleriyle öylesine işledi ki dansın nasıl sanat olacağının uygulamalı dersini verdi adeta. Nefes kesti ve o takatsiz adamın sanatını yaparken ki yaratıcılığı ile enerji dinamosuna dönüşüne tanık oldum. Evet; Kökten, bu tablosuyla beni Cunningham’ ın edimsel estetik harikasını sergilediği geceye; izlerken Cunningham’ ı iç dünyama yağdırdığı konfetilerin mutluluğuna götürdü. Ölümsüzlük zaten çok uzak bir hayal. Bu tablo bir başka boyutta Camille Saint Saens (1835 – 1921 ) ‘ ın, Dance Macabre ( İskeletlerin dansı ) adlı bestesiyle de bir kurgusal yakınlığının olduğunu düşündürtüyor bana. Sanki tabloda Dance Makabre seslendiriliyor sessizce. Claude Levi Strauss ( 1908 – 2009 ) bu büyük bilim adamı ( Etnolog, Antropolog ) bilimde çığır açan kitabına, Hüzünlü Dönenceler, adını vermişti. Bir tablo ile yaratıcısı, insanı Mevlana, Şems, Jim Morrison, John Cage, Merce Cunningham, Camille Saint Saens, Claude Levi Strauss ile dans, müzik, sufizm, etnoloji ve anrtopolojiye götürüp felsefe ile de fermante ediyorsa…. O’ nun için deha tabirini kullanmam ne kadar da isabetliymiş.
Murat Bjeduğ 09.04.2018